DEĞİŞİM
Değişim, teknolojinin ilerlemesiyle birlikte giderek hızlandı. 20. yüzyılda gerçekleşen; teknolojik, bilimsel, toplumsal ve ekonomik değişimlerin birçoğunun 2000 yılından sonra daha kısa sürelerde gerçekleştiğini gözlemliyoruz. Özellikle dijitalleşme, internetin yaygınlaşması, yapay zeka, yenilenebilir enerji ve biyoteknolojideki gelişmeler, doğrusal bir hızlanmanın ötesine geçerek üstel bir ivmelenme yarattı. Futurist Ray Kurzweil’a göre 20. yüzyılın tamamındaki teknolojik ilerlemeler, 2000-2020 yılları arasındaki 20 yılda yaşandı. Bu ilerleme hızı ile bir asırlık değişim 2020-2034 yılları arasındaki 14 yılda bir kez daha gerçekleşecek. Sonraki bir asırlık değişimin 2034-2041 yılları arasındaki 7 yılda gerçekleşeceği öngörülüyor.
Değişmeyen tek şeyin değişim olduğuna yönelik yaygın bir söylem vardır. Değişim herkes tarafından görülmekte, hissedilmekte ve yaşanmaktadır. Değişimin sarsıcı gerçekliği karşısında şu sorunun cevabını aradım… İnsanoğlu gerçekten bu değişime hazır mı? Bu soruyu; fizyolojik, psikolojik, sosyolojik, ekonomik, eğitim ve çevre açısından cevaplayalım. Fizyolojik olarak bakıldığında insan vücudu gece maruz kaldığı yüksek yoğunluklu ışığa ve fiziksel aktivitenin azalışına alışık olmadığı için değişime fiziksel olarak hiç hazır olamadı. Görünen o ki insan vücudu bu değişime uyum sağlama sürecinde uzun vadeli zorluklarla karşılaşmaya devam edecek. Psikolojik olarak bakıldığında değişime ayak uyduramamanın yarattığı stres ve kaygı insanoğlunu derinden etkiliyor. Sosyal medya aracılığıyla maruz kalınan olumsuz haberler, görüntüler ve yorumlar bu kaygıyı derinleştiriyor. Dijital tükenmişlik yaşayan insanlar yaşadıkları değil yaşamak istedikleri hayatları sergilerken mutsuz oluyorlar. Sosyolojik olarak bakıldığında toplumsal kutuplaşma belirginleşiyor, nesiller arasında uçurum artıyor. Teknoloji ile toplumdaki iletişim yöntemlerinin değiştiğini, sosyal medyanın etkisiyle bilgi balonlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Değişen iletişim ve bilgi kanalları takipçilerini diğerlerinden ayırarak esasen yalnızlaştırıyor. Sosyal bir varlık olan insanoğlu sosyallikten uzaklaştıkça değerlerinden de uzaklaşıyor.
Ekonomik açıdan bakıldığında değişen işgücü piyasası çoğu mesleğin kaybına neden oldu ve olmaya devam ediyor. İhtiyaç olunan yetkinliklerin hızla değiştiği bir ekonomide işsizlik sorunu artarak devam edecek. Artan işsizlikle beraber gelir dağılımı adaletsizlikleri, üretilen mal ve hizmetlerin kime satılacağı sorusunu da beraberinde getirmektedir. Öte yandan dijital teknolojilere yatkın az sayıdaki genç girişimcinin start-up projeleri milyarlarca dolara satılınca yirminci yüzyılın geleneksel patron profilinin yerini, teknoloji odaklı genç girişimciler aldı. Yirminci yüzyılın zengin patron profili bir hayli farklılaştı. Eğitim açısından bakıldığında değişim, bireylerin sürekli yeni beceriler öğrenmesini gerektiriyor. Yumuşak beceriler kavramı tam da bu noktada önem kazanıyor. Eğitimde dijital teknolojilerin artışı, teknolojik altyapıya sahip olmayan bireylerin dezavantajlı duruma düşmesine neden oluyor. Gelir dağılımı adaletsizliğinin körüklediği, eğitimde fırsat eşitsizliği soylar arasındaki gelir geçişkenliğini sınırlayarak toplumda “sosyal kilitlenme” yaratabilir. Düşük gelir geçişkenliği ebeveynlerin gelir düzeyinin çocukların gelir düzeyini büyük ölçüde belirlediği toplumlarda yaşanmaktadır. Öte yandan çocukların gelir düzeylerinin ebeveynlerin gelir seviyesinden bağımsız olduğu toplumlarda gelir geçişkenliği yüksektir. Bu, bireylerin kendi çabalarıyla ekonomik durumlarını değiştirme fırsatlarına daha açık olduğunu gösterir. Dolayısıyla gelir geçişkenliğinin düşük olduğu ekonomilerde, fırsatların nesiller arasında aktarılmasında engeller vardır. Bu durum, hem bireylerin hem de toplumların ekonomik potansiyelini kısıtlar. Son olarak değişimin çevre üzerindeki etkisi diğer tüm etkilerden daha acı bir tablo önümüze koymaktadır. Artan kaynak tüketiminin çevre üzerindeki olumsuz etkileri insanoğlunun geleceğini doğrudan tehdit etmektedir. Bu bağlamda sürdürülebilir üretim ve tüketim modellerinin benimsenmesi, çevresel etkilerin azaltılması için kritik önemdedir.
Değişimin insanoğlu üzerindeki etkisini; fizyolojik, psikolojik, sosyolojik, ekonomik, eğitim ve çevresel boyutlarda değerlendirdiğimizde, değişime tam anlamıyla hazır olmadığımızı açıkça görüyoruz. Üstelik bu hazırlıksızlık insanoğlunu yalnızca zorlamakla kalmıyor, varoluşunu tehdit eden bir noktaya doğru sürüklüyor. Artık bir yol ayrımındayız: Ya değişime kayıtsız kalıp onun karşısında savrulmayı kabulleneceğiz, ya da değişimi kucaklayarak bilinçli adımlarla geleceğimizi şekillendireceğiz. İkinci yolu seçmek, yalnızca hayatta kalmak için değil, aynı zamanda daha adil, daha sürdürülebilir ve daha umut dolu bir dünya kurmak için bir zorunluluktur. Bu bağlamda, değişime hazırlanmanın en etkili yolu, eğitimde fırsat eşitliğini sağlayarak her bireyi, değişimin getirdiği yeni dünyada güçlü kılacak bilgi ve becerilerle donatmaktır. Eğitim, yalnızca bireylerin potansiyelini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun tüm katmanlarını ortak bir hedef doğrultusunda birleştirerek geleceği şekillendiren en güçlü araç haline gelir. Bu nedenle, değişimi yönetmek ve onun yaratabileceği tehditleri fırsatlara dönüştürmek için, eğitimi toplumun temel taşı olarak konumlandırmak bir zorunluluktur.
Prof. Dr. Sinan ESEN
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı / UTRADER Danışma Kurulu Üyesi
Bu yazının telif hakkı Utrader’e ait olup, ancak kaynak gösterilmek suretiyle izinsiz olarak kullanılabilir, yayınlanabilir.