Toplumsal Gelişimin Temelleri
- 18 Ağustos 2020
- Yayınlayan: Uluslararası Ticaret Ağı Derneği
- Kategori: Makale
Ünlü Fransız yazar De Chateaubriand’ın 19. Yüzyılda söylediği meşhur bir sözü vardır: “Ahlak toplumun temelidir”. Son derece kısa, anlaşılır ve geçerliliği zamandan bağımsız kalıcı bir söz… Ahlak bir toplumda genel olarak uyulması beklenilen kurallar ve yapılması gereken görevler olarak tanımlanabilir. Her toplumun farklı kültürel yapıları olmasına rağmen benzer ahlak kuralları mevcuttur. Örneğin yalan söylememek, verilen söze sadık kalmak, haksız rekabetten kaçınmak gibi tutum ve davranışlar tüm toplumlar için ortak ahlaki kurallar olarak sıralanabilir. Çoğu zaman ülkelerin hukuk düzeni ve yargı sistemi bahsi geçen ahlak kurallarının çiğnenmesi karşısında çaresiz kalabilir. Ancak toplumsal baskı, gelenekler, örf ve adetler ahlak kurallarının tam manasıyla uygulanmasına imkan sağlar.
Bilim insanlarının evrensel ahlak kurallarını belirlemek için 60 farklı kültüre ait 600 kaynağı inceledikleri bir araştırmada “ahlaki açıdan iyi” sayılan 7 ortak davranış bulundu. Bu kurallar; aileye destek çıkmak, dahil olunan gruba yardım etmek, iyiliklere karşılık vermek, cesur olmak, üstlere saygı göstermek, kaynakları adil dağıtmak ve başkalarının mahremiyetine saygı göstermek… Bahsi geçen bu kuralların, içinde yaşadığımız toplum için de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu kuralların içinde öylesine bir kural var ki toplumsal gelişmenin ve ilerlemenin anahtarı rolündedir: “Kaynakları Adil Dağıtmak”
Kaynakların adil dağılımı ifadesi genellikle dünya genelinde değil bir ülke içinde adaletli dağılımı ifade etmek için kullanılır. Oysa ki dünya kaynaklarının da tüm insanlık içinde adil dağılımı ve kullanımı türümüzün devamlılığı için önem arz etmektedir. Maalesef mevcut koşullar bu düşüncenin çok gerisinde ilkel bir formda olduğumuzu göstermektedir.
Günümüzde gelişmiş ülkelere yönelen göç hareketlerinden bu ülkelerin sakinleri büyük rahatsızlık duymakta… Sığ bir düşünce ile bakıldığında rahatsız olmaları haklı da bulunabilir. Ancak daha derin bir bakış açısı ile bakıldığında göç eden insanların kararlarının keyfiyet içermediğini; savaştan, yoksulluktan, açlıktan kaçan insanların yaşamak için göç ettiklerini anlayabiliriz. Zengin ve refah içinde yaşayan ülkelerin büyük bir çoğunluğunun yoksulluk içinde yaşayan ülkeleri yıllar boyunca sömürdüğü, bu ülkelerde terörü ve savaşı finanse ettiğini göz önünde tutarsak ortada çok daha karmaşık bir manzaranın olduğunu anlayabiliriz. Sebebi her ne olursa olsun bir tarafta refah içinde yaşayan insanlar diğer tarafta yoksulluk ve açlık ile mücadele eden insanlar… Böyle bir dünyada kimse huzurlu yaşayamaz…
Kaynakların ülkemizde nasıl dağıldığına yönelik olarak geçmiş verilere bakıldığında yıllar itibariyle belli bir düzelmenin olduğunu ancak gelinen noktanın yeterli olmadığını söylemek gerekir. Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini katsayısı ülkemiz için 0,4 civarında seyretmektedir. Bunun yanısıra geliri en yüksek yüzde yirmilik kitle geliri en düşük yüzde yirmilik kitleye göre 8 kat fazla kazanç elde etmektedir. Geliri en yüksek yüzde yirmilik bu grubun toplam gelirin yarısını da aldığını söylemek gerekir. Basitçe anlatmak gerekirse pastanın başında bekleyen beş kişiden biri pastanın yarısını yerken kalan dört kişi diğer yarısını paylaşmak zorunda kalmaktadır.
Gelir dağılımının adaletli olması sosyal devletin bir gereğidir. Elbette bir ülkede herkes aynı geliri elde edecek anlayışı çok eskilerde kaldı. Ancak toplumun tüm kesimine fırsat eşitliğini vermek gerekir. Fırsat eşitliği kavramı ile kişilerin hayata eş imkanlarla başlaması ve mevcut fırsatlara herkesin eşit derecede sahip olması gerektiğini anlıyoruz. Esasen batı medeniyetinin temellerinde fırsat eşitliğinin önemli bir yer tuttuğunu görmekteyiz. Kariyer gelişiminin insanların; dininden, mezhebinden, siyasi görüşlerinden, ten renginden bağımsız olduğu bir modelden bahsediyorum. Sahip olunan kariyerin bireylerin kendi bilgi ve kabiliyetlerinden elde edildiği, daha rekabetçi, hak ve hukukun baş tacı edildiği bir model… Bu model toplumların gelişimi ve ilerlemesi için olmazsa olmazlardan. Aksi durumda geri kalmak kaçınılmaz olacaktır.
Doç. Dr. Sinan Esen
Utrader Yönetim Kurulu Üyesi
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ)