Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi – Türk Özel Sektörü Ne Yapmalı ?
Avrupa Birliği merkezli ve sonrasında tüm dünyadan iş ortaklarınızın çok yakın bir gelecekte şirketinizden uymanızı bekleyeceği Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü kurallarına hazırlıklı mısınız? Artık hukuki olarak zorunlu hale gelen özen yükümlülüğü adımları için bir şirket politikanız, projelendirme süreciniz ve ayrıca Türkiye’de yürürlüğe giren TSRS’ ye uyumlu detaylı raporlama şemalarınız bulunuyor mu? Söz konusu bu yükümlülüklerin şirketinizin büyüklüğünden bağımsız olarak sizi ve iş ilişkilerinizi temelden etkileyeceğinin farkında mısınız? Avrupa Birliği ile yapılan ticarette söz konusu kurumsal sürdürülebilirlik kurallarına hızla uyum sağlamanın dünya çapındaki rakiplerinize karşı size rekabet üstünlüğü sağlayacağını hiç düşündünüz mü?
Bu hususlar Avrupa Birliği’nin kanunlaşma aşamasındaki CSDDD Direktifi (Corporate Sustainability Due Diligence Directive, Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi) ile birlikte son dönemde ihracat odaklı özel sektörün gündemine güçlü bir şekilde girmeye başladı. Eğer bu konular hakkında henüz bir fikir sahibi ve hazırlık içerisinde değilseniz, kurumsal yönetimin hızla sürdürülebilirlik ekseninde kayan yeni şekline uyum sağlamakta ne yazık ki zorlanabilirsiniz. Geç kalmadan hazırlık yapmakta büyük fayda var.
Öyleyse, “Kurumsal Sürdürülebilirlik” ve “Özen Yükümlülüğü Kuralları” ne anlama geliyor? İlk önce bu iki kavramın sınırlarını çizerek işe başlamak ve ardından kanunlaşma sürecine ve getirilen kuralların içeriğine girerek devam etmek konuyu ele almanın en verimli yolu olacaktır. En son aşamada ise, Türk özel sektörünün var olan hukuki sorumluluk ve yükümlülükler değişimi karşısında Avrupalı ortakları ile ticari ilişkilerine sorunsuz devam edebilmelerinin yollarını birlikte arıyor olacağız.
İnsan Hakları ile Çok Yönlüleşen Bir Kavram: Kurumsal Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirlik kavramı bu zamana kadar hep çevresel yükümlülüklerle özdeşleştirilmiş durumda idi. En başta belirtilmesi gereken husus şu ki, “Kurumsal Sürdürülebilirlik” artık yalnızca çevresel etki değerlendirmesi veya sosyal sorumluluk projeleri ile sınırlı olmaktan oldukça öteye geçmiş vaziyette. Öyle ki, artık bir şirketin “değer zincirleri” kapsamında çalışanları, iş ortakları, iş çevresindeki yerel topluluklar ve paydaşlarının tüm insan haklarına da uygun hareket etmesi gerekiyor. Bu sebepledir ki, artık “Kurumsal Sürdürülebilirlik” kavramı altında iki ana eksen çiziliyor; İnsan Hakları ve Çevre.
Söz konusu kavramın çok yönlü hale gelen doğası gereği, şirketler bütün mal ve hizmet üretim, tedarik ve satış zincirlerinde, ticari faaliyetleri kapsamında etki oluşturdukları tüm bağlamlarda, yani “değer zincirlerinde” (Value Chains) insan haklarına ve çevresel yükümlülüklere uymakla yükümlü hale geliyor. İnsan hakları dendiği zaman ise Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nden İLO Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı kapsamındaki sosyal, sendikal ve diğer işçi haklarına; BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen tüm temel haklara kadar eksiksiz bir kapsam söz konusu. Yanlış okumadınız, insan haklarına uyumluluktan bahsedildiği zaman, bu zamana kadar ihdas edilmiş yürürlükteki tüm uluslararası insan hakları sözleşmelerindeki somut haklara ve bunlara dair türev içtihadı ve pozitif kurallara şirketlerin uyması bekleniyor.
Geldiğimiz aşamada çevresel yükümlülükler kapsamında da Paris İklim Antlaşması’ndaki somut karbon salınımı yükümlülüklerinden, ekolojik habitatların korunmasına ve çevre kirliliğinin önlenmesine kadar geniş bir yükümlülük alanı karşımıza çıkmaya başladı. Bu alandaki sorumlulukların eskisine nazaran uluslararası çevre sözleşmelerinin gelişen doğası gereği çok daha detaylı hale geldiğini belirtmek gerekiyor.
Kapsam bu denli genişlediğinden şirketlerin, üretilenin mal veya hizmet olması fark etmeksizin yalnızca üretim veya tedarik zincirleri kavramlarından sıyrılarak etki ve etkileşim odaklı bir analiz ile değer zincirlerini belirlemeleri gerekiyor.
İyi Niyetten Hukuki Sorumluluğa: Özen Yükümlülüğü Kuralları
Bu zamana kadar “kurumsal sürdürülebilirlik” kavramı “kurumsal sorumluk” (corporate responsibility) olarak değerlendirilen ve bu nedenle uyulması şirketlerin inisiyatifine bırakılan bir alan olagelmişti. Özellikle çok uluslu şirketler son dönemde kurumsal sürdürülebilirlik kapsamında çok daha istekli davranmaya, çalışma ve etkilerini raporlamaya başlamışlardı. Bu duruma gelinmesinde şüphesiz değişen ve giderek sürdürülebilirlik konusunda daha talepkâr hale gelen tüketici davranışlarının büyük payı vardı. Ancak artık, özellikle Avrupa ekseninde, kurumsal sürdürülebilirlik baştan sona hukuki bir zorunluluk haline geliyor. İşte Avrupa Birliği’nin Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi (CSDDD) ve yine Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ile amaçladığı tam olarak bu. “Kurumsal Sürdürülebilirlik”, CSDDD oyuna dahil olmasıyla beraber artık; şirket politikasından, çözüm için proje oluşturma ve yönetimine, projelerin takibinden halka açık ve idari yapılarca denetlenecek raporlamaya kadar baştan sona hukuken bağlayıcı hale geliyor. Şirketler bu alanda artık iyi niyetleri ile hareket etmenin çok ötesinde, hukuken yükümlü hale getirilecekleri ödevlerle ve uymamaları durumunda ciddi hukuki ve idari cezalarla karşı karşıya olacaklar.
Özen yükümlülüğü kuralları, çok aşamalı ve düzenli bir yönetim yükümlülüğü getiriyor. En basit genelleme ile şirketler kurumsal sürdürülebilirlik konusunda yapmaları gereken veya olağan şartlar altında yapmış olmaları beklenen bütün önlemleri almak zorundalar. Ancak söz konusu önlemlerin detaylı bir usulü belirlenerek şirketlerin bu yükümlülük ile daha kolay başa çıkabilmeleri hedefleniyor. Öyle ki şirketler, ilk olarak kurumsal sürdürülebilirlik kapsamında bir şirket politikası oluşturmak zorundalar. Ancak bu trenin sadece lokomotifi, bunun arkasında birçok uzun vagon şirketleri bekliyor. Bu aşamadan sonra değer zincirlerindeki tüm insan hakları ve çevresel ihlallerin (aslında var olan veya potansiyel olumsuz etkilerin) tespit edilerek son erdirilmesi veya etkilerinin en aza indirilmesi bekleniyor. Bu aşama elbette tüm üretim faaliyetinin yanı sıra, ayrıca kurumsal sürdürülebilirlik projeleri oluşturmak, yönetmek, takibini yapmak ve çıktısını almak anlamına geliyor. Son aşamada ise tüm bu sürecin oldukça detaylı kriterleri olan bir raporlama tekniği ile halka açık hale getirilmesi ve ayrıca kurulacak idari denetleyici kuruluşlara hesap verilmesi gerekiyor.
Aslında anlaşılacağı üzere, özen yükümlülüğü kuralları, şirketlerden beklenilen uyum faaliyetlerinin hayata geçirilmesi için oluşturulan zorunlu bir yol haritası niteliğinde. Ancak bu durum, işin doğası gereği takip edilmesi gereken oldukça fazla ve detaylı basamak olduğu anlamına da geliyor. Özel sektör, hukuken ilk defa, devletlerin tabi olduğu yükümlülüklere kendi etki çemberlerinde hukuken uymak ve bunun hesabını vermek zorunda tutuluyor.
Kurumsal Sürdürülebilirlik Özel Yükümlülüğü Direktifi’nin Getirdikleri
Kurumsal sürdürülebilirlik özen yükümlülüğü kuralları ve raporlaması AB’nin Yeşil Mutabakat kapsamında öncelikli hedef olarak takip ettiği hukuki düzenleme alanları. Bu kapsamda AB, ilk planda sektörel bazda önemli gördüğü alanlarda düzenlemeler yapmaya başladı. 2010 yılında kanunlaşan Ormancılık Tüzüğü ve 2017 tarihli Çatışma Bölgeleri Madenleri Tüzüğü buna ilk başta örnek verilebilecek düzenlemelerden. Bu esnada sektörel bazdan genel kapsamlı düzenlemelere ilk geçiş Finansal Olmayan Raporlama Direktifi ile 2014 yılında atıldı. Bu Direktif, yenilenerek 2022 yılında Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi’ne evrildi. Ancak raporlama, kurumsal sürdürülebilirlik alanında yalnızca son aşamayı oluşturuyor. Bu aşamadan önce şirketler tarafından alınması gereken somut önlemler ise özen yükümlülüğü kuralları ile vücut buluyor. İşte bu nedenle halihazırda kanunlaşma aşamasında olan Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi (CSDDD) hem sektörel bazlı olmayıp genellik arz etmesi ile hem de raporlamanın temelini oluşturan somut önlemlere dair hukuki yapıyı oluşturması ile oldukça önemli addediliyor.
CSDDD kapsamında şirketler, bütün değer zincirlerindeki (value chains) “Yerleşik İş Ortaklıkları/İlişkileri”nin (Established Business Relationship) ihlallerinden de sorumlu tutuluyor. Ancak yerleşik iş ortaklığı tanımınDirektif’te oldukça kapsayıcı tutulmuş durumda. Sonuç olarak şirketlerin yerleşik addedebilecekleri, en azından durumsal veya anlık olmayan tüm iş ilişkileri ve ortaklıkları CSDDD kapsamında sorumluluk doğuruyor.
İlk planda CSDDD’nin doğrudan yükümlülüleri, AB merkezli büyük ölçekli şirketler, ancak orta ve küçük ölçekli şirketler, CSDDD tarafından alım satım sözleşmelerine konulması zorunluluğu getirilen sözleşmesel uyum taahhütleriyle dolaylı yoldan yükümlü hale getiriliyor. Türkiye olarak bizi ilgilendiren en önemli husus ise, CSDDD’nin AB dışı merkezli şirketleri de AB’de faaliyette bulundukları ve gelir elde ettikleri müddetçe sorumlu kapsamına alması ve uyum taahhütlerinin AB ile sınırlı tutulmaması. Kanunlaşma sürecinde gelinen son aşamada, CSDDD’nin yürürlüğe girmesinden sonra 3 yıl içerisinde AB Komisyonu’nun yükümlü yabancı şirketlerin bir listesini yayınlaması kararlaştırılmış durumda.
CSDDD’de 7 ana özen yükümlülüğü aşaması belirlenmiş durumda. Buna göre şirketler söz konusu insan hakları ve çevresel olumsuz etkilerini; 1) tespit etmeli, 2) ortaya çıkmalarından önce önlemeli, 3) eğer ortaya çıkmış ise yöneterek ortadan kaldırmalı, 4) bu mümkün değilse azaltmalı, 5) zarar gören çalışan, yerel topluluk üyeleri veya herhangi bir kişiye karşı tazminat vermeli, 6) bu kişilerin haklarına ulaşabilecekleri işlevsel bir şikayet ve değerlendirme mekanizması kurmalı, 7) en son olarak ise bütün bu süreçleri ve çıktılarını şeffaf bir şekilde raporlamalılar. Tüm bu aşamaların her birinin gerçekleştirilmesine yönelik detaylı yönlendirme ve yükümlülükler ayrı ayrı maddeler halinde CSDDD içerisinde düzenlenmiş durumda. Bu durum, şirketlerin özellikle insan hakları ve çevresel yükümlülükler alanında uzmanlık sahibi kişiler ile birlikte proje üreterek veya onlardan danışmanlık alarak hareket etmelerini gerekli kılıyor.
CSDDD yalnızca özen yükümlülüğü kurallarını ve kapsamını belirlemekle yetinmiyor. Aynı zamanda bu kurallara uyumun denetlenmesine yönelik AB üyesi devletlerin ve çatıda AB’nin denetim kurumlarını ve yetkilerini de belirliyor. Diğer bir can alıcı nokta ise, söz konusu yükümlülüklere uymama durumda şirketlere getirilen idari cezalar ve hukuki sorumluluğun CSDDD’de açıkça düzenleniyor olması. Örneğin özen yükümlülüğü kurallarına uymama durumunda denetleyici kurumların ihtiyati tedbir yetkisi ve ihlalde ısrar durumunda şirketlerin yıllık cirosunun %5’ine varan idari cezalar düzenlenmiş vaziyette. Şirketin yükümlülüklerine uymaları konusunda yöneticilerine doğrudan sorumluluk yüklenmiş durumda.
Gelinen son aşamada, AB Parlamentosu CSDDD’yi 7 Haziran 2023 tarihinde onayladı. AB’nin çifte kanun koyucuları olan AB Konseyi ile Parlamentosu arasındaki “Triologue” müzakerelerinden 15 Mart 2024 tarihinde COREPER son anlaşma metni çıktı. Bu durumda, Direktifin Haziran 2024’te yapılacak AB seçimleri öncesinde nihai olarak kanunlaştırılmasına, müzakerelerde yaşanan tüm zorluklara rağmen, kesin gözüyle bakılıyor. Direktif kanunlaştıktan sonra 2 yıllık yürürlüğe girme ve şirketlerin büyüklüğüne göre 3-4-5 yıllık geçiş dönemleri olacak, ancak geçiş dönemleri sona ermeden uyum süreçlerinin tamamlanmış olması beklenecek.
Türk Özel Sektörü Ne Yapmalı?
Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı Avrupa Birliği. Avrupa Birliği ise, yukarıda detaylı bir şekilde açıklamaya çalıştığımız üzere, dünyada var olan kurumsal sürdürülebilirliğin kanunlaştırılması eğilimini en başta hayata geçiren aktör ve bu yolla küresel ticarette “değerleriyle” ön plana çıkmayı hedefliyor. Bu kapsamda 2 yıllık yürürlük süresi içinde tüm Avrupa Birliği ülkeleri CSDDD doğrultusunda kendi kanunlarını çıkarmak zorunda olacaklar. Fransa ve Almanya gibi halihazırda bu alanda kanuna sahip ülkeler ise bir revize ile yetinecekler. CSDDD’nin AB dışına da yükümlülük getiriyor oluşu yakın gelecekte AB üyesi olmayan diğer ülkelerde benzer kanunlaştırma süreçlerine yönelineceğini gösteriyor. Kaldı ki CSRD’nin yürürlüğe girmesinin hemen ardından TTK’da yapılan değişiklikler ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları’nın (TSRS) 29 Aralık 2023 tarihinde yayınlanması, benzer şekilde CSDDD için Türk karşılığı kanunun çok yakın gelecekte çıkarılacağını gösteriyor. Ancak Türkiye’de henüz bir kanun olmasa bile AB merkezli iş ilişkilerini korumak isteyen Türk şirketlerinin CSDDD’ye uyum sağlaması ve bunu Avrupalı iş ortaklarına kanıtlayarak taahhüd edebilir hale gelmeleri gerekiyor. Bu hususu biraz daha açmak gerekirse:
CSDDD kapsamında yalnızca büyük ölçekli şirketlerin doğrudan sorumlu tutulması sizi yanıltmamalı. Bu şirketler dışında kalan tüm orta ve küçük ölçekli şirketler de bu yükümlülüklere uygun hareket etmek zorunda kalacaklar. Çünkü, CSDDD, büyük şirketlere, iş ortağı olduğu tüm orta ve küçük ölçekli şirketlere söz konusu özen yükümlülüğü kurallarına uyumluluğu kendilerine sözleşmesel olarak taahhüt ettirme (halihazırda var olan alım-satım gibi sözleşmelerinin içerisine ekleyerek) zorunluluğu getiriyor. Aslında hedeflenen, orta ve küçük ölçekli şirketleri iş ortakları olan büyük ölçekli şirketlere karşı sorumlu hale getirmek, çünkü nihayetinde büyük ölçekli şirketler AB üyesi devletlere karşı iş ortaklarının davranışlarından sorumlu tutuluyorlar. Öyle ki, sözleşmesel taahhüt alma zorunluluğunun yanı sıra CSDDD, uyum göstermeyen ve özen yükümlülüğü kurallarına aykırı hareket etmekte ısrar eden küçük ölçekli iş ortakları ile iş ilişkisini -en son başvurulacak yöntem olarak da olsa- sona erdirmeyi zorunlu tutuyor. Bu aşamada Türk özel sektörünün söz konusu kurallara küçük veya büyük ölçekli fark etmeksizin tabii olacağı gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Bu nedenle özen yükümlülüğü kurallarının Türkiye’de kanunlaştırılmasını beklemek bu kapsamda bir çözümden ziyade oldukça olumsuz etkiler doğuracak bir tutum olacaktır. Türk özel sektörü tarafından söz konusu kurallara uyum sağlanmaya derhal başlanması gerekliliği büyük bir önem arz ediyor.
O Halde Uyum Nasıl Sağlanacak ve Bu Alandaki Devlet Desteğinden Nasıl Yararlanmalı?
Elbette ilk aşamada CSDDD’nin analiz edilmesi, sonrasında yukarıda açıklanan tüm yükümlülükleri ile özümsenmesi ve nihayetinde somut kuralların hiç vakit kaybetmeksizin hayata geçirilmesi için şirketsel program ve projelerin oluşturulması gerekiyor. Bu pek tabii doğru bir proje yönetimi ve danışmanlık sağlayacak kadrolarla ortak çalışarak mümkün. Kurumsal Sürdürülebilirlik Danışmanlıklarının vakit kaybetmeksizin şirketlerle ortak çalışarak sektörel bazda yol haritalarının çıkarılması ve şirketlere özellikle insan hakları ve çevresel yükümlülüklerini yerine getirme konusunda hukuki ve proje desteği sağlanması da etkin sonuç almak için oldukça önemli.
23 Şubat 2024 tarihinde, İhracat Destekleri Hakkında Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararı, Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu karar ile birlikte şirketlerin AB Yeşil Mutabakatına uyum sağlamak için alacakları danışmanlık hizmetleri giderlerinin %50’sinin, 10 Milyon TL üst sınırına kadar, 5 yıl boyunca, Ticaret Bakanlığı tarafından karşılanacağı ilan edildi. Söz konusu Yeşil Mutabakata Uyum Projesi Desteği’nin kapsamı ise oldukça geniş tutuldu. Öyle ki “Yeşil Mutabakata Uyum Projesi” kavramı “ Avrupa Yeşil Mutabakatına uyum için şirketlerin ihtiyaç analizlerinin yapılmasını amaçlayan bir proje” olarak tanımlandığından, kapsamına Sınırda Karbon Düzenlenmesi’nden (CBAM), CSDDD ve CSRD’nin de gireceğini belirtmek gerekiyor. Bu devlet desteği ile söz konusu yeni hukuki yükümlülüklerin getireceği ekonomik yük ihracat odaklı şirketlerin üzerinden oldukça büyük ölçüde alınmış oluyor. Bu yolla Türk firmalarına devlet tarafından uluslararası ticarette rekabet avantajı sağlanmaya çalışılıyor.
Son olarak şu hususu tekrar belirterek konuyu nihayete erdirebiliriz. Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü kuralları ve bütünleyici düzenlemelerine Türk özel sektörünün uyum sağlaması, değer zincirlerini buna göre revize etmesi, Avrupa Birliği ile olan ticari ilişkilerimizi koruyacağı gibi, bu alanda ne kadar hızlı harekete geçilirse diğer küresel ticari rakiplerin karşısında zamansal ve ekonomik olarak o denli avantaj elde edilecektir. Özellikle devlet desteğinin erkenden sağlandığı bu aşamada ihracat odaklı şirketlerimiz Kurumsal Sürdürülebilirlik konusunu ciddiyetle gündemlerine almaları ve vakit kaybetmeksizin hareket geçmeleri gerekiyor.
Mustafa Oğuzhan YALÇIN
YSS DANIŞMANLIK
Bu yazının telif hakkı Utrader’e ait olup, ancak kaynak gösterilmek suretiyle izinsiz olarak kullanılabilir, yayınlanabilir.